Bayram yeri

Category:

By

/

2 minutes

read

İleride bugünlerden bahsedenler Bir Başkadır vakasını düşünürken ne diyecekler acaba? İlk kafam gittiğinde kendimi aynayla sınamak gibi bir takıntıya sahip olmuştum. Aynaya baktığımda bazen kendi imgeme yabancı, bazense kendim gibi hissediyordum. Aynadaki imgemi kendim sandığımda narsisist olduğumu düşünüp ne yapacağımı şaşırıyordum. Bir tür paranoyaya kapılıyordum. Benjamin ayndaki imgenin artık kameralar aracılığıyla auradan yoksun bir biçimde izleyicinin önüne götürüldüğü bir çağda yaşıyordu. Lacan ise insanın kendi imgesinin bir ayna aracılığıyla kavrandığında benliğini oluşturduğunu söylüyordu. İnsan bu döneminde narsisisttir. Babanın yasasının, yani simgesel düzenin imgeseli bastırmasıyla bu evreden çıkılır. Gerçek olan ise hep simgesel yasa tarafından algılayan insanca eksiklikle malul olacaktır. Eksiklik kendi özümüzdedir yani. Bir aralar da bunu motto yapmıştım kendime, Ya öyle değilse… Şeyler başlayıp bitmiyorsa, zaman tükenmiyorsa, arzularımız tüketilmiyorsa… Bunlar sadece bizim uydurduğumuz anlatılardan ibaretse… Buna geleceğim fakat…

…Önecelikle aynaya geri dönelim. Benjamin aurasından yoksun görüntüden bahsediyordu. Aynadaki görüntümüz gibi. Sonsuz sayıda kopyadan. Adlandırmasının taşıyamadığı nesneden. Bunun sebebi Marx’ın ünlü yabancılaşma formülündeydi. İnsan emeğinin ürettiği nesneler ya da bu örnekte görüntü, bağımsız bir süreçte işlendiği için, aurasını kaybeder. O artık fetiş halini alır. Benjamin’in ifadesiyle fantazmagori. Bundan kaçamayız. Aurayı geri getiremeyiz kopyalara. Fakat siyaset ona başka bir işlev kazandırır. Bu da aynada kopyanın değil kendinin görülmesiyle mümkün olur. Kitle, siyasetçileri, popüler kültür ürünlerini içine çeker, onu yutar. Siyaset estetize edilir. Bu da aurayı var eden koşullarda gerçekleşir. Auranın temelinde ritüel vardır. Tıpkı siyasetin estetize edilmesinin temelinde de ritüelin olduğu gibi. Artık tek tek elmaların, çiçeklerin, tarihi olan sanat eserlerinin değil, adından yabancılaşmış görüntülerin ritüelle estetize edildiği bir evrendeyizdir. Benjamin bunu führerin karanlığı için söylüyordu. Eh, bugün de farklı değil.

Peki Benjamin bunun karşısına ne koyuyordu. Sanatı politize etmeyi. Sanatın bir parçası olmayı. Artık herkes izlediği dizi hakkında yazabiliyor. Bir parçası olabiliyor. Olumlu – olumsuz eleştirilerini kamusal dolaşıma sokabiliyor. Bence bu güzel. Bu polemos sayesinde içine düştüğümüz çukurdan çıkacağız. Ancak şöyle de bir durum var; İnsanlar sadece kendilerinin bu hakka sahip olması gerektiğini düşünüyor. Diyorlar ki; yalnızca benim fikirlerim önemli. Hepiniz vasatsınız.

Aynaya baktığında da, filme, diziye baktığında da kendini gören bir anlayışın ürünü bu. Ben de bu süreçten münezzeh değilim. Çünkü bir kopyalar dünyasında yaşıyoruz. Fakat yapabileceğimiz bir şey var. Kopyanın kopya olduğunun bilincinde olmak. Sanatı politize edeceksek, ona katılacacksak bu bilinç elzem. Yoksa her yerde, her şeyde, ebedi bir benliğin, ötekiye kin kusmasına bağulacağızdır.

Şimdi gelelim tükenip bitme meselesine. Kitleler, siyasetçileri, filmleri, dizileri yutuyor, içine çekiyor demiştim. Bu ancak her şeyin başladığı ve bittiği, üretildiği ve tükedildiği anlatısıyla mümkündür. Benlik değil ama şimdi ebedileştirilirse, bir başka deyişle geçmiş ve gelecek, kendini sanat ve bilim aracılığıyla şimdide var ederse, şeyler başlayıp biten algoritmalar olarak değil, her temasla üreyen ilişkisellikler olarak algılanırsa, polemos, kendini bu ortamda bir olumsal eleştirel çoğullukla var edebilirse, hayat bayram yeri olur.

Leave a comment